Pazartesi, Haziran 4

Beyoğlu Rapsodisi


Polisiye roman sevdam hala sürmekte. Okuması heyecanlı oluyor. Bende heyecanlanmayı, meraklanmayı ve kitap okurken dudaklarımı kemirmeyi severim. Bu nedenden dolayı ki Ahmet Ümit'in kitaplarının müptelası oldum.

Kısaca anlatırsam... Kitap gerçekten güzel başladı. Bazı kitaplar sıkıcı başlar, bu öyle değildi. Karakterleri tanımayı severim. Onlar hakkında bilgiler edinip kafamda canlandırmayı severim. Bu kitabı okumadım ben ya... Film gibi gözümün önünde canlandı. Beyoğlu sokakları, tarihi binalar... Hoşuma gitti. Yazın sırf orada takılmayı amaçlıyordum. Bu benim için bilgilendirici bir kitap oldu.

Hmm... Bunlar dışında ben bi sonunu sevemedim. Başka birisine odaklanmıştım. O çıkar herhalde diye. Çünkü ipucular falan. Ama yanıldım. Hiç tahmin etmediğim birisiydi katil. Sonunda kitap elimde bir on dakika durdum açıkçası. Ahmet Ümit hep bunu yapıyor. Hiçbir zaman sonunu yakalayamadım. İstanbul Hatıra'sında da aynısı olmuştu.

Arka Kapak: Üç arkadaşın öyküsü bu. Beyoğlu'nda büyümüş, Beyoğlu'nda yaşayan üç ayrı kişilik, üç ayrı kimlik, üç ayrı insan. Ölümsüzlük merakıyla başlayan ölümler. Her cinayetin ardında gizemli bir neden... Ve soruşturma boyunca adım adım, bina bina, sokak sokak Beyoğlu. O çoksesli, çokrenkli, çokdilli, çokkültürlü Beyoğlu. Günümüzün Babil Kulesi... İnsanın bencilliğini, acımasızlığını, öfkesini, çaresizliğini en iyi anlatan mekân... Soluk soluğa bir gerilim, benzersiz bir final...Çok kollu, çok dallı büyük bir ırmağa benzeyen bu muhteşem cadde, papazı, fahişesi, cami hocası, pezevengi, hahamı, Alevi dedesi, bankacısı, işportacısı, öğrencisi, öğretmeni, tinercisi, dönercisi, dekoratörü, evsizi, midye satıcısı, esrar satıcısı, kanun kaçağı, Anadolu kaçağı, Avrupa kaçağı, Amerika kaçağı, Afrika kaçağı, yani yaşam kaçağı, beyazı, karası, sarısı, kızılı yani insan görünümünde olan kim varsa, hepsini, herkesi sorgusuz sualsiz kucaklamıştı.Kiliseleri, camileri, sinagogları, hanları, hamamları, bankaları, giyim mağazaları, kitabevleri, meyhaneleri, birahaneleri, şaraphaneleri, kafeleri, kültürevleri, randevuevleri, sinemaları, tiyatroları, galerileri, vakitleri çoktan dolduğu halde ömür sürmeye çalışan bilmem kaç yüzyıllık inatçı binaları, dar sokakları, kör çıkmazlarıyla Grande Rue de Pera, Cadde-i Kebir, İstiklal Caddesi ya da Beyoğlu nasıl adlandırılırsa adlandırılsın burası her gün, her an değişen yeryüzünün en büyük tiyatro sahnesi gibiydi." 

Sayfa: 408