Cuma, Kasım 25

Sadist

(bu kitap ingilizce öğretmenimin. baya elden ele geçmiş herhalde... eski görünüyor epey. ben elimden geldiğinde temiz kullandım)

Okuduğum ilk Stephen King romanıydı. Daha önce "nasıl roman yazılır" tarzında bir kitabını okumuştum. Adını hiç hatırlamıyorum şimdi. Bu kitap beni çok etkiledi. 

Aslında ben yavaş okudum bu kitabı. Oturunca hız kesmeden okunur ama benim sınavlarım vardı. O yüzden pek vakit ayıramadım. Eninde sonunda bitirdim. Cidden şahaneydi! Bir şey de diyemiyorum pek. Chloe iyi ki oku diye tutturmuş, iyi ki.

Çarşamba, Kasım 16

Erken Kaybedenler

üstüne tıklanınca büyüyor.

Annemin Son Ölümü'nden...  "Beni boş ver. Konu ben değilim ki. Hiçbir zaman da olmadım. Asıl sen kimsin? Senin heyecanların neler, tutkuların neler, hayal kırıklıkların neler? Şu hayatta başın sıkıştığında ilk kimi ararsın? Seni karşılıksız seven insan kimdir, ne bok yersen ye seni bağrına basacak insan kimdir? Eğer böyle biri varsa bu akşam onu ara, halini hatrını sor bu vesileyle. Yoksa sen de bir gün benim gibi yapayalnız kaldığında, ufacık bir şeyi danışmak için bile arayacak kimseyi bulamazsın. Bu sözlerimi harcanmış yıllarımın manifestosu olarak kabul edebilirsin..."

-devamı var ama ben buraya kadar yazmak istedim. Hikayeleri güzeldi. Ayrıca okuduğum ilk kitabı olmasına rağmen çok hoşuma gitti. Sanki olayları ben yaşıyormuşum gibiydi. Anlatım tarzı harika ve sürükleyiciydi. Herkes okumalı.

Sayfa: 143

Arka Kapak: Ankara polisiyeleriyle tanıdığımız Emrah Serbes, bu defa direksiyonu kırıyor ve edebiyatımızda pek de işlenmemiş bir başka meseleye el atıyor. Erkek çocukların enerjik, hüzünlü, alengirli dünyasına giriyoruz...
Baba çalışıyor, anne ev hanımı, muhafazakârlığın kalesi...İşçiler, yoksullar, teyzeler, abiler... Kolay ağlayan sert adamlar... Taşra seyrekliği, mahallenin kalabalığı... Kıskanç, gururlu, saf ergenler... Emrah Serbes, çabuk öfkelenen, kolay vazgeçen, baştan çıkmış erkek çocukları konuşturuyor... Kederli, insana dokunan komik hikâyeler bunlar...

"Dizinin dizime değişi, Handan'ın annesi için bir kelebeğin kanat çırpışıysa benim için kasırgaydı. Kaç sene geçti, hâlâ unutmam, günde en az beş sefer aklıma gelir. Biliyorum bu durumun, kökeni memeden kesildiğim güne kadar uzanan psikolojik nedenleri vardır. Ama bir kadını unutulmaz yapan şey, bir vakitler ona duyulan arzunun şiddetiyle doğru orantılı değil midir? O arzunun kıyısında, gerçekleşme olasılığının tam yanı başında, sanki arada başka hiçbir engel yokmuş gibi rahat davranabilmekle, kendini o tatlı yanılsamaya kaptırabilmekle doğru orantılı değil midir? Bu olgunun da mı sorumlusu benim mutsuz geçen çocukluğum? Cevap? Yok! Kalırsın öyle..."
Taşrada ve kâinatta, yapayalnız kalmış erkek çocukların hikâyesi...

Erken Kaybedenler... Yoldan çıkmış bir neslin manifestosu...

Salı, Kasım 15

Serenad


Aslında bu kitap hakkında ne desem boş. Tamamiyle nasıl bir kitap olduğunu tasvir edemeyeceğim, çünkü kitabı bitirdikten sonra beş dakika boş boş kapağına baktım. Ama güzel olduğunu kesinlikle söyleyebilirim. Beş puanı verdim gitti.

Goodreads'te belirttiğim gibi bu kitabı okurken fark ettim; biz hiçbir şeyi merak etmiyoruz. Okumuyoruz (genel dedim, genellemelerden nefret etmeme rağmen) ve araştırmıyoruz. Bildiklerimizin üstüne bir toprak da biz atıyoruz. Her şeyden çekiniyoruz. Gerçeklerin üstü böyle kapanmış oluyor. Tamamen değil elbette ama toprağı kazmakta epey baba yiğitlik istiyor. Tabii biz yine köşemize siniyor ve her şeyi bir anda unutuveriyoruz. Ben bundan sonra unutamayacağım. Zaten hiç de böyle anlattığım tiplerden değilim. Gayet uyuzumdur.

Aaahh. Bu kitabı çok sevdim. Sonunda gözlerim bile doldu.

Sayfa: 484

Arka Kapak:  Roman okumak istiyorsanız…
Her şey, 2001 yılının Şubat ayında soğuk bir gün, İstanbul Üniversitesi'nde halkla ilişkiler görevini yürüten Maya Duran'ın (36) ABD'den gelen Alman asıllı Profesör Maximilian Wagner'i (87) karşılamasıyla başlar.

1930'lu yıllarda İstanbul Üniversitesi'nde hocalık yapmış olan profesörün isteği üzerine, Maya bir gün onu Şile'ye götürür. Böylece, katları yavaş yavaş açılan dokunaklı bir aşk hikâyesine karışmakla kalmaz, dünya tarihine ve kendi ailesine ilişkin birtakım sırları da öğrenir.

Serenad, 60 yıldır süren bir aşkı ele alırken, ister herkesin bildiği Yahudi Soykırımı olsun isterse çok az kimsenin bildiği Mavi Alay, bütün siyasi sorunlarda asıl harcananın, gürültüye gidenin hep insan olduğu gerçeğini de göz önüne seriyor.

Okurunu sımsıkı kavrayan Serenad'da Zülfü Livaneli'nin romancılığının en temel niteliklerinden biri yine başrolde: İç içe geçmiş, kaynaşmış kişisel ve toplumsal tarihlerin kusursuz Dengesi.

Salı, Kasım 8

Saray Gezisi


Aslında bu kitabı arka kapağıyla birlikte koymak istiyordum ama internette aramaya üşendim. Bir de ben çekemedim, çünkü fotoğraf makinem yanımda değil. Şimdilik böyle olsun.

Bu kitabı çok sevdim. Nedenini açıklayamıyorum pek ama sevdim. Okurken birisinde kendimi bulduğumu itiraf etmeliyim. Herkesin bir kusuru var. Bende kendimi orada gördüm sanki. Birçok şeyi fark etmemi sağladı. Gerçekten güzeldi. İyi ki ingilizce öğretmenim bu kitabı okumam için bana verdi. Epey kalın ama okudum işte. Biraz yavaş okudum. Olsun, hemen okumak önemli bir şey değil. Ben biraz sindire sindire okudum. Evet.

Bu kitabın baş karakteri olan Ahmet Bey'i epey yadırgadım. Güya dini bütün bir insan gibi görünmesine rağmen dini kirleten insan rolünü gayet iyi üstlendi. Ayrıca nankör ve gayette çirkin özellikleri olan bir insandı.
Bunun yanı sıra benim en sevdiğim karakter on yaşındaki Kemal'di kuşkusuz. Çok saftı. Her şeyden habersizdi. Beni epey de güldürdü. 

Bu kitabı sevdim sadece. Çok.

Arka Kapak: Mahfuz'u dünya romancılığının doruklarına taşıyan; bir ailenin üç kuşağının anlatıldığı üçlemenin ilk kitabı Saray Gezisi'nde,1990'ların ingiliz işgali altındaki Kahire'sinde yaşayan bu aileyi tanırız: Karısına ve çocuklarına karşı son derece katı, despot biriyken, evin dışında, şakacılığıyla, kibarlığıyla tanınan ve erotik zevkler peşimde gittiği gece âlemlerinin aranan siması Ahmet Bey. Namuslu bir kadının, yanında kocası ya da yetişkin oğulları olmadan sokağa çıkmasının hoş karşılanmadığı bir toplumda, ev hapishanesinin gönüllü mahkumu Emine Hanım. Ve çocukları.